• İzmir de Sanat

    İzmir de Sanat

    Yaşadığım şehir olan İzmir de Sanat Etkinlikleri

  • Mobil Sokak Fotoğrafçılığı

    Mobil Sokak Fotoğrafçılığı

    Yurtiçi ve Yurtdışı Mobil Sokak Fotoğrafçılığı Çalışmalarım

  • Barış Manço

    Barış Manço

    Çocukluktan Beri Bir Tutku,Bir Yaşam Biçimidir Barış Manço

  • Web Tasarım

    Web Tasarım

    2005 yılından beri Web Sitesi Çalışmaları

  • Karikatür

    Karikatür

    Ortaokul Yıllarımda Başlayan Çalışmalarım.Gırgır,Ustura,Zıpır gibi Dergilerde Bir Çok Kez Yayınlanmıştır

Aromalı Filtre Kahve Denemeleri

0 yorum
Geçen gün oturduğum yere yakın bir kahve mekanı açıldı.En uygun bu tabir geldi bana. :)
Bildiğiniz üzere bir süredir inanılmaz populer bir durum.Starbucks,Caribou,Kahve Diyarı,Kahve Deryası
vs.bir sürü kahve mekanları.

İyimi oldu diye düşünüyorumda,mutlaka iyi oldu tabiki.Benim gibi bu tür ortamları görmemiş bir çok kişi
çeşit çeşit kahveler ile ve yeni tatlarla tanışmış oldu.

Bu konuda ayrı bir yazı yazmayı düşünüyorum.Asıl şu anki konuya dönmek gerekir ise, tabiki filtre kahve
için hemen yeni açılan Kahve Deryası na gittim.

Öncelikle uzun zamandır aradığım ve bir türlü starbucks ta bulamadığım aromalı kahveleri buldum.
Çünkü starbucks ta aromatik diye tabir edilen yörelere özgü orjinal aromatik tatların olduğu kahveler satılıyor.
Ancak Kahve deryasından aldığım aromalı kahveler Acıbademli,çikolatalı,vanilyalı,beyaz çikolatalı (hatırladıklarım bunlar)
olarak satılıyor.

Öncelikle öyle starbucks taki gibi orjinal paketlerde değil.Kendi büyük teneke kutularında satılıyor ve kaç gram istiyorsanız o kadar tartıp veriyorlar.

Ayrıca öğütmüyorlar, çünkü öğütülmüş.Bunlarda sanırım türk firması olmasının dezavantajları.Tek avantajı örneğin ben 100 gr aldım, Az aldığım içinde zamanla aroması kaybolmuyor çabuk tüketiyorum.Fiyat olarak ise 100 gr aromalı kahve 8 TL.

Ayrıca daha önce internet sitelerinde gördüğüm ve starbucks ında kullandığı (aynı değil tabi) şuruplarıda gördüm ve satıyorlarda.Litresini hatırlamıyorum. Ancak büyük bir şişeydi ve fiyatı 30 TL civarıydı.

Belirtmek isterimki şişeyi inceledim bu şurupu bornovada bir firma yapıyor :).Miktar olarak çok ve fiyat olarakta bana çok geldiği için almadım tabiki.

Alıp denediğim aromalı kahveler ise Acıbademli ve vanilyalı.

Tabi şimdi denediğim kahveler çok güzel yada çok kötü diye kesin bir yargı ile yorumlayamayacağım.Çünkü malum tat ve damak zevkleri kişiye göre çok değişkenlik gösteren bir durum.

Öncelikle zaten bu aromaları yumuşak içimli kahvelere koymuşlar.Ben mesela sert hatta çok sert kahve sevdiğim için beğenebilme ihtimalim daha baştan azaldı.Kendi sertliğine göre benim açımdan fena değil.Çok yoğun bir acı badem veya vanilya yok.Bence uygun olanda bu.Yoksa yoğun aroma insanı sıkabilir.

Şu an sadece bu iki aromalıyı denedim.Belki çikolatalıyı deneyebilirim.Bu arada ilk kahve deryasına gittiğimde oturduğumda meyveli filtre kahve sipariş vermiştim ve gelen kahve muhtemelen şurupluydu çünkü diğer teneke kutuda olanalrın arasında öyle bir seçenek yoktu.Güzeldi onu beğendim.

Bakalım bir sonraki kahve denemelerimde nelerle karşılaşacağım.Tekrar görüşmek üzere.

teşekkürler





devamını oku...

Filtre Kahve İle Tanıştık

1 yorum


Çayı çok severim.Heleki kahvaltıda bir çok kişinin olduğu gibi benimde olmassa olmazımdır. Ancak son 1 yıldır kahveye takmış durumdayım.Hemde öyle böyle değil.Yok yok tahmin ettiğiniz gibi neskafe de değil.

Şimdi efendim bizim şirkette bildiğiniz filtre kahve hastası arkadaşlar var. Bunlarda tabi öğlen aralarında arada bir starbucks a uğrayıp ellerinde kahveler ile gelirler şirkete. Hatta artık bu da kesmez ve filtre kahve makinalarıda vardır. Mis gibi kokuta kokuta yaparlar kahvelerini :)


Tabiki bu kadar çevresel teşvikten sonra denemek gerek diye düşündüm.En basit yöntem ile başladım.Önce bir adet French press (Türkçe karşılığını bulamadım kusura bakmayın) alınır.Forbest (japon pazarı) tarzında yerlerde bulabilirsiniz. Kahve alacağınız yerdende bulabilirsiniz tabiki 2 katı fiyatına. Ardından Starbucks a , Tchibo benzeri kahve cenneti bir yere gidilir. Orada zaten hemen girince paket paket çeşit çeşit göreceksiniz.



Bir uzman edasıyla yaklaştığınız paketlere bakarak hangisini alacağınızı bilemeden ve acemilik durumunu çaktırmadan inceler durursunuz. Şimdi öncelikli tavsiyem gittiğiniz yerin örneğin Starbucks ın internet sitesinden bir inceleyin. Çünkü orada kahveler sertliklerine göre ayrılmış ve nasıl bir tada sahip oldukları yazıyor. Böylece almaya gittiğinizde hemen alıp çıkarsınız. Fakat bazen kafa karıştıran bir durumda olmuyor değil hani, şöyle ki zaman zaman internet sitesinde olmayan özel seri kahveler çıktığıda oluyor. Yeni yıla özel seri gibi. Gözünüz ilişmeye görsün merakla gidip incelersiniz yada neydi acaba deyip düşünürsünüz çıkarken.

 Kahveyi aldık kasanın yolunu tuttuk. Geldik son aşamaya :). Kahvenizi öğüttürmeyi unutmayın. Yoksa yapmaya kalktığınızda koca koca kahve tanelerine bakar bunlar suda nasıl erir diye düşünür durursunuz. Öğüttürürken French Press için olduğunuda belirtin.

Çünkü filtre kahve makinaları için daha kalın öğütüyorlar.

Bu arada Starbucks ta paket filtre kahve aldığınız zaman bir içecek bedava veriyorlar (taller boy).Artık sizde bir elinizde Starbucks paketi diğer elinizde kahve kokuta kokuta işyerinizin yada evinizin yolunu tutabilirsiniz :)

Sıra geldi kahvemizi yapmaya.Bu konuda birkaç video izlemiştim acaba yanlış bir şey yapıyormuyum diye.Ben şu şekilde hazırlıyorum çok basit.Suyu kaynatıyoruz (tavsiye edilen 90 derece civarı).Benim French press küçük boy, 2 tatlı kaşığı kahve koyup üzerine sıcak su dolduruyorum.Takribi 3-4 dakika bekletiyorum.Metal olmayan bir kaşıkla yada herhangibir şeyle karıştırırsanız daha iyi oluyor.Daha sonrada French press e basıp süzüyorum.

Bundan sonrası malum keyif.Bekletme süresi ve koyduğunuz kahve miktarı çok etkiliyor tadı.Bu artık tamamen sizin damak zevkinize kalmış bir durum.Ben şahsen sert sevdiğim için biraz fazla beklettiğimde oluyor.

Bir diğer konuda markalar arasında tabiki fark var.Starbucks ve Tchibo ikisinide denedim.Ama benim tercihim Starbucks tan yana oldu.Kahvelerin fiyatları ortalama 17 ile 25 TL arasında değişkenlik gösteriyor.Bir de  denemek istediğim Carribou var.Gramaj olarak paketleri biraz daha fazla ve tabiki daha pahalı.Bakalım yeni tatlar denediğimde tekrar yazarım.
Herkese afiyet olsun :)







devamını oku...

Karakalem Çalışmaları

0 yorum


Ortaokul dönemlerimde karikatür ile birlikte bir yandan da karakalem resim çalışmalarına merakım vardı.Bu konuda İzmir Atatürk İl Halk Kütüphanesinde bir çok kitap okuyup araştırma yaptım.Gerek malzemeler gerek ise çizim teknikleri konusunda bir çok kitap incelemiştim.

Uzun süredir aktif olarak çizdiğim söylenemez.Bir kaç kare sizler ile paylaşmak isterim...







devamını oku...

Karikatür

0 yorum


Ortaokul yıllarımda en büyük merakım tipitip sakızlarındaki karikatürlerdi.Önceleri tipitip e benzer karakter yaratmaya çalışırdım.İnanılmaz zevk alırdım çizmekten.Daha sonra tesadüf ortaokuldaki resim öğretmenim Uluslararası yarışmalara katılan ve kimi zaman ödülde kazanan karikatürist Ercan BAYSAL dı. O dönemde çok yardımcı olmuştu.

Daha sonra karikatür konusunda asıl yol almamı sağlayan aile dostumuz Alpay Ocak ve Alper Ocak ile uzun süre çalıştım.Özellikle Alpay abinin büyük bir sabırla karikatür ün inceliklerini anlatması,bana yol göstermesi ve bugünkü çizgilerimin oluşmasını sağladığı için çok ama çok yürekten teşekkür ederim.

O dönemde Gırgır dergisinde çiziyordu. Solti adında köşesi vardı.

Daha sonra çizimlerimi karikatür dergilerinin amatör köşelerine yollayamaya başladım.İlk olarak karikatürüm Ustura dergisinde yayınlanmıştır.Daha sonraları Zıpır ve Gırgır dergilerinin amatör çizerler köşelerinde belirli aralıklar ile yayınlanmaya başlamıştır.Bir çok olumlu yorumlarda alıyordum.

Ancak daha sonra okul hayatıma yoğunlaşmam gerektiği için birazda aile baskısı ile ara vermek durumunda kaldım.Uzan yıllar sonra şu zamanlarda yine ara ara çizmeye başladım diyebilirim.

Eski dönemlere ait çalışmalarımdan örnekler aşağıda bulunmaktadır.








devamını oku...

İzmir Bit Pazarı 24.08.2014

0 yorum

 
 Uzun zamandır hani yapmak isteyipte bir türlü yapamadığımız şeyler vardır ya , tamda işte onu yapayım dedim en az 15 yıl olmuştur bit pazarına gitmeyeli.Bugün ani bir kararla gitmeye niyetlendim.Eh tabi planlı programlı olsa kesin yine bir aksilik çıkardı iyi de oldu.

Eskiden daha walkman lerin meşhur olduğu dönemlerde walkman bakmaya,hatta eski sarı bir radyom vardı Ona büyük hoparlör bakmaya giderdim.O zamanlar bit pazarı şu anki yerinde değildi.Tepecikte motor meslek lisesinin arkasındaydı.

Şimdi yeri değişmiş tabi yıllar geçti aradan.Ulaşım zor değil gitmeyi düşünenler için söylüyorum.toplu taşım araçlarını kullanacaksanız iki yolunuz var.Birincisi Konak'tan dolmuş taksilerle çok rahat ulaşıyorsunuz.İkincisi ise Metroya binip Halkapınar istasyonunda inip yürüyorsunuz.

Pazarın yeri tam olarak gıda çarşısının ortasında.Metro ile giderseniz yürüme mesafesi daha kısa.Taksi dolmuşla giderseniz yine çok uzak değil ama biraz yürümek gerekiyor.

Bit pazarı çevreden gidenlerden ne duymuş iseniz tam olarak O. :)

Aklınıza gelebilecek herşey var.Tabi Sıfırdan çok ikinci üçüncü dördüncü el eşyalar.En iyi marka eski model kameralardan tutunda,deterjana,eski paralara vs vs. Saymakla bitmez.




Bir çok tezgahta ne alırsan 1 TL ne alırsan 50 kuruş nidalarını duyabilirsiniz.Pazara alışverişe gelen insan çeşitliliği bir hayli ilginç.Eskiden kadınlar girmezdi. Biz erkek olarka bile çekinirdik biri bizi yürürken soyarsa diye :)

Artık öyle bir algı kalmamış.Yaşlı amcalar var mesela kolleksiyon merakı olan,bugün birisi madalya alıyordu 1910 yılına ait orjinal kutusunda 140 TL istedi satıcı.Satın alacak gibiydi ne yaptı bilmiyorum.

Teyzeler vardı mesela,elbise bakanınımı istersin,yüzük bakanınımı istersin.Hatta bir tanesi epilasyon makinası alacaktı,çalışıyormu diye deniyordu.


Bir de bizim mesela Ozan abi var.Adam nerdeyse her hafta gidiyor.Kolleksiyon merakı var.Eski atari oyunları, atariler, karakterler neler neler toparlıyor.Facebook tan takip ediyorum.Ayrı bir merak ve ayrı bir zevk.Ciddi anlamda kolleksiyona sahip ki sadece benim gördüğüm kadarıyla.Kim bilir daha neler vardır onda.

Evet pazarda her türlü entellektüel tipi de bulabilirsiniz.Bugün gördüklerimden mesela genç çiftler vardı, üniversite öğrencileri vardı.Birisi kaykay sordu mesela denedi falan 30 TL idi fiyatı.

Benimde sorduğum şeyler vardı tabi merakımdan.Laptop altlığı büyük pervaneli soğutuculu 30 TL idi.Sonra PSP gördüm bayağa güzel görünüyordu.Çalışıyormuş sağlammış 50 TL dedi.İnsanı cezbeden bir fiyat.İkinci eli çünkü daha yüksek bilen bilir.

        Yemek olayıda bambaşka orda.Pazar baya büyük olduğu için acıkıyor insanlar.Eh tabi satıcılarda akşama kadar oradalar ondan dolayı yemek yemek için çok yer var.Klasik tavuklu pilavdan tutunda gözlemecisine kavurmacısına kadar.

Ben tabi güvenemediğim için hiçbirşey yemedim.Yoksa affetmezdim :)

Sonuç olarak herhangibir şey almak için gitmemiştim ve zaten almadımda.Gayet güzel bir gündü keyifli ve farklı bir dünya.Tekrar gittiğimde yine gözlemlerimi yazarım.

Şimdilik keyifli günler herkese :)

Az da olsa birkaç kare merak edenlere.













devamını oku...

Web Tasarım

0 yorum




Bir çok forumda moderatörlükler ile başlayan merakım en sonunda kendi web sitemi yapmaya yöneltmişti beni.

2005-2006 yıllarında başlayan yasirpro ile ilk kişisel web sitemi oluşturdum.Daha sonra vbulettin gibi asp forumları ile devam ettim.

İlerleyen yıllarda joomla sistemi ve içerik yönetimi ile ilgili  çok faydalı bir eğitim tadında uzun süren bir seminerede katıldım.

Bundan sonrada Joomla,wordpress,drupal gibi sistemler kullanarak ;


şirket websiteleri

teknik konuları içeren web siteleri
kişisel siteler
sosyal arkadaşlık siteleri
müzik grubu sitesi

tarzında siteler oluşturdum.Son çalışmam ise hayranlıkla dinlediğim Başıbozuk grubuna aittir.

www.basibozuk.org


devamını oku...

ASTRAL SEYAHAT

2 yorum

Astral Seyahat Nedir?

Bedenimizi belirli bir süre terk ederek çeşitli yerlere düşünce hızı ile gidip, gittiğimiz yerlerde meydana gelen olayları izleyebilmemiz mümkündür. Parapsikoloji Enstitüleri'nde incelenen Duyular Dışı Algılamalarımız arasında en ilginçlerinden biridir...
Şuurumuzun fiziki bedenimizin dışına yansıması ya da diğer bir tanımla, şuurluluk alanımızın genişleyerek beden dışına taşma olayına Astral Seyahat veya Şuur Projeksiyonu adı verilir.
Bu yansıma fiziki evrenin her hangi bir noktasına olabildiği gibi, fiziki evrenin ötesindeki ortamlara da olabilmektedir. Diğer Duyular Dışı Algılamalarımızda olduğu gibi aslında hepimizde bu yetenek vardır. Fakat hepimiz bu yeteneğimizi kullanamayız.
Parapsikoloji Kürsüleri'nde, özel metodlarla gerçekleştirilen Astral Seyahat çalışmalarında oldukça önemli adımlar atılmış durumdadır: İnsan yapısına, yaşama, varoluşa, fizik evren yapısına yepyeni boyutlar getiren bu çalışmalar aynı zamanda, ölüm ve ölüm ötesi yaşamla ilgili konular hakkında da son derece önemli bilgilerin biraraya getirilmesinde çok büyük bir fonksiyon görmüştür.

Astral Seyahat Herkes Tarafından Yapılabilir mi?


Evet... Özel metotlarla bu yeteneğimizden yararlanabilmemiz mümkündür. Ancak bıkmadan, usanmadan, büyük bir sabırla üstünde çalışılması gerekebilir. İlk denemelerinde bu tecrübeyi yaşayabilenler olmuşsa da, genellikle uzun süre üstünde çalışılması gerekebilir. Bu çalışmada başarı elde edip edememeniz tamamen size bağlıdır. Özellikle deney öncesi sağlamanız gereken şartları tam anlamıyla yerine getirebilirseniz, başarısızlığa uğrama şansınız oldukça azalacaktır.
Özel çalışmalarla gerçekleştirilebilmekte olan Astral Seyahat, hiç bir çalışma yapmadan bazen kendiliğinden de yaşanabilir. Dünya üzerinde birçok insanın başından böyle bir tecrübe geçmiştir.
Kendiliğinden meydana gelen olaylarda genellikle bu ayrışma uyku sırasında gerçekleşir. Uyumakta olduğu bir sırada kendini bedeninin dışında hatta bedenini yukardan seyrederken bulan insanların sayısı bir hayli fazladır. Bu tür bir olayla karşılaşan bazı kişiler, bu konuda yeterli bilgiye sahip değilse, kendinde psikolojik dengesizliklerin başladığı endişesine kapılarak, bu olaydan hiç kimseye söz etmeme yolunu seçmektedir. Oysaki bu, herhangi bir rahatsızlık belirtisi değil, parapsişik bir yeteneğimizin kendiliğinden ortaya çıkmasıyla meydana gelen bir tecrübedir.


Astral Bedenin Fizik Bedenle Olan İrtibatı

Fizikî ve astral bedenler, oluşumlarındaki maddeler açısından birbirlerinden çok farklı olup, fizikî beden fiziki plana; astral beden de astral aleme aittir. Şuûr kütlesi, fizikî bedende toplandığı zaman, sadece fizikî âlemi fark edebilmekte, astral âlemi ise algılayamamaktadır. Şuûr kütlesi, astral bedende toplandığı zaman ise, sadece astral âlemi fark edebilmekte, fizikî âlemi algılayamamaktadır. Öyle görünmektedir ki, belirli şartların oluştuğu özel durumlarda, bu iki hâlin arasında, iki planın da kısmen algılanabildikleri diğer haller de mevcuttur.

Bu hallerin yaşanmasına en önemli etken hepimizde bulunan fakat hepimizde su üstüne çıkmayan Durugörü, Telepati, Astral Seyahat, Psikometri ve benzeri Duyular Dışı Algılamaları'mızdır. İşte Astral Seyahat de özellikle ruhsal dünyanın gizemli kapılarını aralamada önemli işlevlerde bulunmuştur. Örneğin rûh ve beden ilişkisinin nasıl gerçekleştiğine dair önemli ipuçlarının yakalanmasına sebebiyet vermiştir.

Kendiliğinden ya da belirli metodlarla astral seyahati gerçekleştirmiş olanlar, astral bedenin fiziki bedene bir kordon ile bağlı olduğunu fark etmişlerdir.. Bu olağanüstü tecrübeyle karşılaşanlar kordonu genellikle şu şekilde tarif etmişlerdir: "Elastikî bir ip, elastiki bir kablo, bir ışık sütunu, gümüş renginde bir ışık, duman gibi kordon, esrarengiz bir tesir akımı
vs.."

Genellikle bu kordona Parapsikoloji'de "gümüş kordon" denir. Astral Seyahat sırasında ne kadar uzaklara gidilirse gidilsin bu kordonun kopması mümkün değildir. Bu kordon, geniş bir frekans aralığında korkunç bir hızla dönen ve titreşen moleküller kütlesidir.


Fizikî bedenden dublenin ayrışması esnasında; bu ayrışmanın niteliğine bağlı olmak üzere, şuurumuz ya bu duble vasıtasıyla sadece fizikî sahalara nakledilir ya da şuurumuz yavaş yavaş astral sahalara doğru kaymaya başlar.


Fiziki Beden Terkedilebilir

Kendimizi o kadar çok fiziki bedenimizle bir görmeye alışmışızdır ki, onu geçici bir süre de olsa terk etmek fikri bile bazılarımıza garip duygular verebilir... İnsanı sadece fizik bedenden ibaret görenler ya da ısrarla böyle görmek isteyenler için bu yeteneğin olması büyük bir talihsizliktir!... Çünkü bu yeteneğimiz bizim sadece fiziksel bir yapıya sahip olmadığımızın en büyük kanıtlarından biridir.
Çok eski çağlardan günümüze kadar hemen tüm toplumlarda Astral Seyahat yapabilen kişiler çıkmıştır.

Günümüzde yapılan laboratuvar deneyleri ise, bizlere son derece ilginç ve adeta elle tutulur bazı sonuçlar vermiştir. Ölmekte olan hastalar tartılmış, terlemenin getirdiği kayıplar göz önüne alınmış ve kaydedilmiştir. Ölüme doğru, saatte 28 gramlık toplam hafifleme izlenmiştir. Ölüm gerçekleştiğinde ise, bir anda beden 21 gram hafiflemiştir. Ayrıca birçok ölüm anı fotoğraflarında, bedenlerin üzerinde bulutumsu görüntüler belirmiş hatta bunların bir kısmı fotoğraflarla da belgelenmiştir... Demek ki, vücuttan dışarı çıkan bir şey vardır. O şey gerek ölüm, gerek normal uyku, gerekse astral ayrılma anlarında fizik bedeni terketmektedir.

Benliğin ve bedenin birbirinden ayrılması; bazen uykuda, bir baygınlık ya da ağır bir hastalık anında da ortaya çıkabilmektedir. Böyle bir olayla karşılaşan birçok kişi bedenini yukarıdan seyredebilmektedir. Bazıları kendilerini bir bulut olarak tarif etmişlerdir. Bu da bedenden dışarı çıkan birşeylerin olduğunun en büyük kanıtlardından biridir. Bir kısmı da bedenlerine göbekbağına benzer ışıltılı bir bağla bağlı olduklarını anlatmışlardır. Ayrılma olayını yaşayan kişi genellikle çok mutludur ve hafiflemiştir. Duvar, kapı gibi bütün katı engellerden rahatça geçebilir. Bazı olaylarda astral seyahat yapanların, ölmüş yakınlarıyla karşılaştıkları da görülmüştür. Fiziki hiçbir eşyaya veya yakında bulunan bir başka kişiye temas edilememektedir.

Olayın başında ve sonunda hissedilen temel duygular, bir boşluğa doğru düşüş ve felç olma hissidir. Bu iki duyguyu herkes yaşamıştır. Özellikle uykuya geçiş anlarında bir boşluğa düşüş duygusu ve arkasından gelen müthiş bir korku hepimiz için tanıdıktır. Hatta bazen hareket etmek isteriz ama bir türlü edemeyiz, sanki elimiz ayağımız bağlanmıştır.... Bir güç bizi engellemektedir... Yani bedenimiz benliğimizi dinlememektedir. Bunun sebebi astral bedenimizin fizik bedenimizle olan irtibatının o anda zayıflamış olmasıdır. Halk arasında genellikle bu tür hareketsiz kalma durumlarına kara basan geldi insanı etkisiz bıraktı gibi yorumlar yapılmaktaysa da, bu olayların kara basanlarla falan hiç bir ilgisi ve alakası yoktur.


devamını oku...

Röportaj ( 1999 )

0 yorum

 

 

6 sene önce yaptığımız bu röportaj kamuoyunda çok ses getirmişti.Barış abimizin ölüm yıldönümü anısına tekrar gündeme getiriyoruz .

Yedi sene önce yaptığımız ve büyük yankı uyandıran röportaj vesileris ile tekrar Barış Abiyi anıyoruz .Allah rahmet Eylesin.
Rahmetli Barış Manço’nun kendisininde beğendiği röportajı bakalım sizler beğenecek misiniz?

BAKİ GÜNAY

Üç cümleyle özetleyecek olursanız Barış Manço kimdir?
Özetleyemem ama gerekirse, Barış Manço şarkı söyler, ikincisi çocuk programı yapar, üçüncüsü dünyayı gezer. Bu toplum beni şarkı söylerken tanıdı ve çocuklarla ilgilenirken bir daha tanıdı ve bu arada dünyayı dolaşıp başka insanları anlatan kişi olarak tanıdı.
‘Ben, bir şarkıcı olarak gelmedim bu dünyaya, bir besteci olarak gelmedim bu dünyaya; düşüncelerimi aktarmak üzere geldim’ demiştiniz. ‘ Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum,anlatamıyorum,’ dediğiniz düşünceleriniz oldu mu?
Yok ! Fikrimde hala ısrar ediyorum. Ben bu dünyaya şarkıcı olarak gelmedim. Benim birinci işim bu değil. Ben bu düşüncelerimi bu dünyaya aktarmak için geldiğime inanıyorum. Bu düşünceler bazen müzik eşliğinde daha güzel,daha şirin,daha hoş algılanıyor. Onun için bana verilen bu nimetyi kullandım. Ben her şeyi gayet iyi anlattığımı düşünüyorum. Acaba şunu anlatamadım mı diye hiç kendimi sınırlandırmadım. Kendimi sınırlandırmadığım gibi, dünyanın en iyi anlatım dilinin de ana dilim olduğuna inanıyorum. Türkçe’nin çok muazzam bir esnekliği olduğunu düşünüyorum. İki buçuk yaşındaki çocuğun anlayabileceği şekilde de anlatabiliyorum şarkılarımı. Kırk yık kafasını çalıştırsa da bu adam ne demek istiyor diye zorlanıcak şekilde de anlatabiliyorum; yani Arkadaşım Eşek ile Dört Kapı şarkısı arasında akıl almaz bir uçurum var. şarkılarımda ‘ Hay Allah söyle dese miydim ?’ diye hayıflandığımı hatırlamıyorum.
Kırk senede iki yüz beste yaptınız. O bestelerle aşık olanların torunları da bestelerinizle aynı duyguları yaşıyor. Müziğinizdeki gençlik iksiri nedir?
Beni bir şey ayakta tutuyor: Bana yukarıdan enerji geliyor. O enerjinin de nereden nereden geldiği biliniyor. Gerçi işte o gücü gönderen,benim hala ayakta kalmamı istiyor. Yani ben kendi kendime jimnastik yapmıyorum. Biraz daha ayakta kalayım diye bir çabam yok. Türk müzik piyasasında – genelde demesemde- çoğu parçaların satış amacıyla piyasaya sürüldüğü bir gerçek. Bizim zamanımızda satış amaclı ürünler piyasaya sunulmazdı. O zaman ne piyasa, ne de Pazar vardı. Görsellik de bugünkü duruma ulaşmamıştı. Bizim çıkışımızda televizyon yoktu, radyo vardı. Sadece siyah beyaz gazeteler vardı. Şimdi periyodik rengarenk gazeteler, radyolar var. bildiğim kadarıyla bugün herkesin elindeki uzaktan kumanda aletinde otuz-kırk kanal var. bunların on sekiz tanesi de ülkemiz kanalları zaten. Şimdi bizim çıktığımız dönemi düşünün, bir de şimdiki durumu. Bizim zamanımızda Ankara ve İstanbul radyosunu dinlerdik. Bir takım renksiz gazeteler vardı. İnsdanların gönüllerine hakikaten seslenmek zorundaydık.


Sizi radyodan dinliyorlardı bu insanlar. Gazetelerde lütfederlerse iki satırla falan yer veriyorlardı. İşte o zaman biz kelimelerle, melodilerle, ezgilerle direk gönüllere girme savaşı veriyorduk. Zaten gönüllere girerseniz çıkmıyorsunuz. Şimdiki arkadaşlarımızın kavgaları gönüllere girmek değil, insanların eklem yerlerine hitap ederek gözlerine girmek sadece. Adı üzerinde zaten; göze girenler de hemen gözden çıkıyorlar. Eklem yerleri de bir süre sonra yoruluyor.
Sizin gelenekle ve halk müziğiyle olan bağlantınızı öğrenebilir miyiz? Size neler kattı bu iki öğe?
Ben halk müziğinden hiçbir şey almadım. Burada bir hata var. okuduğum bir kaç klasik eserin dışında yararlanmadım halk müziğinden. Mesela Selahattin Pınar’ın eserini okudum. Aşık Veysel’in türküsünü okudum. Onlar haricinde, tüm eserlerimi kendim yazdım. Geleneğe gelince ben İstanbul doğumluyum. Galatasaray Lisesi’nde okudum. Ardından, Belçika Kraliyet Akademi’sini bitirdim. Otuz sene fransızca konuştum. Bu açıdan bakılınca batı kültürüyle yetişmiş bir insan olarak görünüyorum. Anadolu topraklarını ilk olarak on dokuz yaşındayken gördüm. Bunun izahını yapabilmek çok zor. Bilmediğim bir şeydi Türk halk müziği. Çok sonra birtakın kültür ve değer birikimlerini. Dolayısıyla benim ortaya koyduğum şarkılar tümü ile kendi ürünlerim olduğu için bir yere oturması gerekiyor. Diyemiyorsunuz ki Barış Manço’nun şarkıları Sivas türkülerine benziyor, Urfa türkülerine benziyor. Balkan havası var galiba da diyemiyorsunuz. Orta Asya var da diyemiyorsunuz,ama Türkçe’nin konuşulduğu bütün coğrafyada çok rahat algılandığı için her coğrafyadan bir parça bulabiliyorsunuz. Bunu söyleyebiliriz: Parçalarında Türk’ün tarihinde nefes aldığı her coğrafyada bir parça bulabilirsiniz. Bu benim genlerimde var. Ellibeş yıllık yaşamımın büyük bir bölümünü yabancı ülkelerde konuşarak ve yaşayarak geçirdim.Ona rağmen hala kendi dilimden, kendi dinimden ve halkımdan kopamadım.Diğer insanlar onbeş günlük tura gidince hemen Türkçeleri bozuluyor, aksanları değişiyor.Gittikleri ülkenin dili ile konuşuyorlar. Ben bu dilimi otuzbeş yıldır bozamadım. Onbeş günde bir insanın dili Türkçe’den kayabiliyorsa o insanın geninde bir bozukluk vardır.Bakıma ihtiyaçı vardır böyle bir insanın. Geçen Ramazan ayında Kudüs’teki çekimlerimde Kudüs’te yaşayan, Anadolu’dan seksen sene önce göçmüş bir Ermeni ailesinden bahsetmek istiyorum. Kudüs’te Ramazan ayında bizi görünce iftara davet ettiler.Buraya kadar her şey çok doğaldı.Biz bunu Ramazan’da yayınladıktan sonra bir sürü vatandaşımız tekrar yayınlanmasını istedi. Burada garip olan şu:Bu aile seksen sene önce Türkiye’den göçmüş;anne baba çocuklar da orada doğmuşlar.Torunlar da orada doğmuş ve senden benden iyi Türkçe konuşuyorlar.İnsanları etkileyen de sanırım bu durumdu. Ama öteki taraftan İstanbullu bir aile onbeş günlüğüne Venedik’e gidiyor.Bir bakıyorsun, İnsanların dili dönmüş.Bu işte bir tuhaflık var.Bizim oturup kendimize sormamız lazım. Sen bu toprakların sana verdiği kültürü dilin ve dinin ne olursa olsun.reddedecek misin, reddetmeyecek misin ? Bu reddedmeye hazır insanları verdiği örneklerdir bizi hüsrana ugratan.Ben de aynı olayların sıkıntısını çekiyorum. Almanya’daki Türkler Türkçe konuşamıyor.Seksen sene sonra Ermeniler Türkiye’ye adım atmadıkları halde konuşabiliyorlar.

“Şimdiki arkadaşlarımızın kavgaları gönüller girmek değil,insanların eklem yerlerine hitap ederek gözlerine girmek sadece. Adı üzerinde;göze girenler de hemen gözden çıkıyor.“

Her bestenin koşulları ayrıdır. ‘Kol Düğmeleri’ni, ‘Dağlar Dağlar’ı, ‘İşte Hendek İşte Deve’yi bestelerken Türkiye’nin koşulları başkaydı, şimdi ise bambaşka demiştiniz. Şu anda gündemdeki popçular Türkiye’nin koşullarını ne kadar yansıtıyor?
Herhalde yüzde yüz yansıtıyorlar. Bana öyle geliyor. Türkiye’de spor neyse müzik de odur.Türkiye’yi idare edenler ne kalideyse, müzik de odur. Türkiye’nin bakkalı ne kadar namusluysa , pop da odur. Ben bugünü anlatmadım;bin yıldır gelen esintinin genlerime işlemiş şeklini anlattım.Dört kapı’yı anlatırken insanlara .Bu benim kültürümden gelen bir olaydı. Ha o kültür neydi ? Bu imparatorluğu biz yapan değişik unsurların birbirine saygısından kaynaklanan bir ortamdan geliyorum ben .Her sabah siftahını açarken bizim esnaf birbirine hayırlı olsun diye açardı.Siftah yaptıktan sonra komşusuna gönderirdi.Şimdi böyle bir toplum var mı? O esnaf market oldu. Zaten benim zamanımda hatırlamıyorum bir futbol maçında olay çıksın. Bugün her futbol maçında olay çıkıyor. Tribünde çıkmasa da sahada çıkıyor. Böyle topluma böyle müzik olur.


Mecliste şimdi kavga ediliyor.Bizim zamanımızda en fazla sıra kapaklarına vurulurdu. Şimdi meclisimiz tekme tokattan geçilmiyor. Bu böyle gidecek tabii ki; her hareketkendi alternatifini ortaya çıkarır. Her reaksiyon kontrareaksiyonu getirir. Devamlı bir bozulmayı hiçbir toplum kaldıramaz. Asırlardır müstemleke haline gelen toplumlar bozulmak için de elerinden geleni yapmışlar. Ama Türkiye hayatı boyunce müstemleke olmamıştır. Türk toplumunun dünyada eşi benzeri yok ki! İstiklal Savaşı yapacak,dünyaya kafa tutacak böyle bir toplum yok ki ! türk toplumu kaldıramaz bunu.Kendine çeki düzen verirse bunlar eninde sonunda düzelecektir.
Onyedi yaşındaki gençlerin benin şarkılarım hakkında fikir yürütmesi yanlış,’ demiştiniz. Onyedi yaşındaki gençlerin yorumladıkları şarkılarda sizdeki dokunulmazlık özelliğini bulundurmayacak eksiklik nedir ?
Şimdi alıyorlar parçayı Barış abiden,soylu bir parça diye sunuyorlar. Hoppala diyorum. Benim o gençin yaşı kadar parçam var. Ben onların ahkam kesmelerine doğru bulmuyorum.Benim sözlerim DJ ve VJ’lere söylenmiş sözlerdir. Durup dururken ahkam kesiyorlar. Bu yoruma yapmalarına hakları olmadığını düşünüyorum. Hani bir söz var ya, ‘Bilgi sahibi olmayan fikir sahibi de olamaz,’ hemen fikir üretiyorlar ama konuyu bilmiyorlar. Neymiş ‘Dağlar Dağlar’mış, herif daha o zaman doğmamış.Yani bir şarkının ne koşullarda üretildiğini bilmesi lazım. Her şarkını ayrı koşulu var.
Sanatçılar gündemde kalabilmek için sık sık imaj değişikliği yapıyorlar. Oysa siz yıllardı uzun saçlarınızla ve yüzüklerinizle insanların karşısına çıkıyorsunuz .Sizce imaj nedir ?
Ben bugün imajımı değiştirmiş durumdayım işin açıkcası;gördüğünüz gibi yüzüklerimi takmadım. Çok bü yük bir yenilik yapıp saçlarımı da kestirdim, ama belli olmuyor.( Gülüşmeler)
Ekvator’dan kutuplara, beş kıtada yüz kırk değişik yörede 800.000 km’ye yakın yol katettiniz. Neyi arıyordunuz?
Vay şimdi ağır soru değil mi? Ben oralarda insanlara ulaşıyorum,program çekiyorum. Amacım belli,insanlara neden geldiğimi anlatıyorum,onlardan gördüklerimide kendi insanıma aktarıyorum. Çünkü bazı şeyleri baştan tarif etmeye gerek yok. Entelektüel tarifi de budur. Zaten hafızasına aldığını başkalarına aktarabilen insanlara entelektüel denir. başka bir tanım bulamadığım için entelektüel diyorum. Entelektüel olmak mecburiyetindeyiz. Ama sen kafana yerleştirdiklerini anlatamazsan insanlara, o zaman entelektüel değilsindir. Kendi kabuğuna çakilmişsindir. Koca koca adamlar var yetmiş-seksen yaşında hala kitap yazmıyorlar. Koca bakanın anıları var. bu adam kendi anılarını mezara götürüyor. Bu doğru değil. Keşke hepimizin altmış milyonun kitabı olsa. Herkes kendi hayat öyküsünü anlatsa,biz bunu okusak da faydalansak. Mesela ben bütün edindiğim tecrübelerimi insanlara aktarmaya çalışıyorum. Şu anda muhteşem bir olay var kamera,tv,video gibi onları kullanıyorum. Yani benim derdim dünyayı gezmek falan değil. Öyle bir kaygım yok. Kimse evinin sıcak rahatlığı varken,öyle kutuplara,ekvatora gidip dolaşmaz. Ben insanlar arsında iletişim köprüsü kurmanın yaşamımdaki görev olduğuna inanıyorum.
Gittiğiniz yerlerde Türk imajı nasıldı?
Bizde,dışarıda fesli ve şalvarlı tanındığımıza dair bir kompleks var.Aslında kimsenin bizi fesli,şalvarlı dört karılı filan tanıdığı yok.Ayrıca tanırlarsa da tanısınlar, ne yapalım yani ? Bu onların kendi sorunu.Bunların gereksiz bir kapris haline getirildiğini düşünüyorum.Öbür türlü olunca bizim imajımız yok diye dertleniriz. Mesela Malezyalı’yı çizelim desem var mı? Malezyalı’nın tipi çok mu farklı Endonezyaı’dan. Biz çok farklıyız; işte bıyığımız var fesimiz var. madem çizsinler, fena mı imaj. Hem imaj kavgası ediyoruz hem de imajımıza kızıyoruz. Ben katiyen onaylamıyorum fese kızanları,kapalı çarşıda fes satılıyor. Herkes alıyor. Kafalarına koyuyorlar. Alman turistlerde çok komik duruyor. Hele japonları gördünüz mü? Fesle inanılmaz görünüyorlar. Bence Türk halkı barışmalı biraz böyle şeylerle. Biraz kapatmalı bu konuları. Şimdi gündemdeki konularda böyledir. İnsanın türban takması ayrı bir şey, başkalarına empoze etmesi ayrı bir şeydir. Sıkıntı galiba buradan kaynaklanıyor… Ben İslam’ı yaşıyorum deyince,bu otomatikman sen İslam’ı yaşamıyorsun dememk oluyor. Dolaylı yoldan,kibarca hakaret ediliyor. Banada hala kalkıp inşallah bir gün sen de hidayeti bulursun, İslam’la tanışırsın diyenler var. bunu söyliyenin bana karşı dolaylı yoldan bir hakareti var. benim elli beş senelik hayatımı bir anda yok ediyor. Ben bu durumun görsellikle bağdaştırılmasına karşıyım. Son günlerde üniversitelerde meydana gelen türban,sakal olayları son derece yalnıştır.


İnsan okumaya türbanlı da gider türbansızda gider. Uzun saçlılarıda almıyorllar şimdi. Bizim zamanımızda da almıyorlardı. Böyle saçmalıklar bizim dönemimizde de çok vardı. Bunlar yapay sorunlardır.
Mevlana kendini, bir ayağı hak üzerinde sabit,öbür ayağı bütün dünyayı dolaşan bir pergele benzetiyordu. Çağdaş bir Evliya Çelebi ve Yunus Emre olarak ayağınızı hangi noktada sabit tutuyorsunuz?
Estağfirullah;sorunu kabul ediyorum ama cevabımı böyle yayınlarsan sevinirim. Bana böyle sorular sormayın; beni çok büyük kişilerle karşılaştırıyorsunuz. Estağfirullah deyip diğer soruya geçiyoruz. Allah razı olsun diyorum. Bu isimler çok büyük isimler. Onlarla aynı coğrafyayı aynı kültürü ve kimliği paylaşmak zaten benim için ayrı bir onur. Ha ileerde benim torunlarımın torunu benim büyük bir dedem varmış, çokta sağlam bir adammış derse onun gururu bana yeter.

Onbeş günde bir insanın dili Türkçe’den kayabiliyorsa, o insanın geninde bozukluk vardır.Bakıma ihtiyacı vardır böyle bir insanın. www.netpano.com

Politikaya yeni bir boyut,tat,çizgi farklı bir gusto ve renk getirmek için kolları sıvamışken ‘ya atlarsın, ya düşersin baktın olmaz vazgeçersin’ deyip çekildiniz. Sizce siyaset hayatının aşılamayan hendeğinde neler var?
Öyle zannediyordum. Ben böyle olmadığını anladım. İnsanlar bir şeyi denemeden hayır dememeliler. Örneğin bir eve gidince size ev sahibi bir yemek sunduğunda ‘bana dokunuyor’ deyip yemezseniz,bu doğru bir davranış olmaz. Bir kaşık aldıktan sonra bana dokunuyor derseniz bu doğru bir davranıştır. Doğrusu benim politika maceram aynen böyle oldu. Bize öyle bir tabak getirdiler ki; ya bu neyin nesidir dur bakalım dedik. Baktığında dışarıdan güzel bir tabaktı, biz de güzel bir şey zannettik bir çatal aldık,estağfurullah dedik. Her şey çok kötüydü. Bana sunulan şey gerçek politika değildi. Sunulan direk Kadıköy Belediye Başkanlığı idi. Kadıköy Belediye Başkanlığı politika içinde yer alır ama Türkiye’nin politikasını belirleyecek bir durumda değildir. Ben izninizle bundan almayayım dedim. Aldım tadına baktım,zaten bana göre bir şey olmadığını anladım. Kimseye göre bir şey değil aslında,yapanlara da bravo diyorum. Ben çok hasta oldum bu işten, manevi bir hastalık geçirdim; adaylığımı açıklar açıklamaz, beş altı gün içinde benim dünyam karardı. Hava limanına gidip heyetler karşılamak bana göre değildi. Çok gerekiyorsa gider karşılardım. Ama hiçbir ülkede böyle bir seronami yok. Bana dediler git havalimanında şunları bunları karşıla,çünkü sen koskoca Kadıköy Belediye Başkanı aday adayısın. Ben de karşılamaya meraklıysanız siz gidin karşılayın dedim. Aday olmakla heyet karşılamanın ne alakası var ki. Ben polis memuru,VİP elamanı değilim ki. Kadıköy Belediye Başkanı aday adaylığı için henüz adımız açıklanmıştı ki kapı çaldı,iri kıyım bir adam çıkagelip ‘Yenge’diye seslenmeye başladı. Yenge de benim hanım Lale oluyor.Benim hanımıma şimdiye kadar yenge dememişti.Sonra adam Lale’ye yenge öpeyim arzu hürmet ederim, deyip girince, ben ve lale birbirimize bakıp biz ne yaptık da bu adam bize arzı hürmetlerini bildiriyor diye düşündük anladık ki böyle ilk günden bize arzı hürmet gösterecek ki daha sonra bir daha geldiğinde hatırlayacagız onu.Daha kötüsü adaylığımız açıklandıktan sonra BMW ve Mercedesler kapımıza dizildi.Araçtan inen koca koca adamlar bana ‘Arslanım sen al bunları, seçim kampanyanda kullanırsın dediler’ Ya ben ne yapacagım bunları benim arabam var şükür dedikçe bana ‘Ama bunlar BeeeeeeeeeeMeeeeeeeeeeeVeeeeeeeeee dediler(Gülüşmeler) Benim için gerçekten hata idi bu durum İnsanlar hatasız olamazlar.Bende ömrümü en az hata ile tamamlamak istiyorum ama ben burada kandırıldım.Beni -ismi lazım değil- Ankara’daki büyük isimler kandırdı.Sokaktaki vatandaşlar da beni görünce ‘Ah Barışcım ne iyi ettinizde aday oldunuz,artık Kadıkaöy’ün sokakları temiz olacak suları akaçak çöpleri kalkacak dediklerinde ‘Vayyy Kadıköy’ün çöp sorununu çözen adam !’ Dedim kendi kendime herkes beni çok gaza getirdi açıkcası bende hakikaten Kadıköy’ün tüm sorunlarının benimle birlikte çözüleceğini zannettim.Tabii o atmosferde sonrasını düşünmüyorsun. İstemeyerek beni kandıran insanlar oldu. Hepsini hepimiz tanıyoruz. Ankara’daki kocaman kocaman insanlar var ya, Türkiye onlarla gurur duyuyor. Bana: ‘Türkiye’nin senin gibi erdemli insanlara ihtiyacı var’ dediler. ‘Sizin gibi insanlar politikaya girerse daha erdemli politika yapılır ve seviye yükselir’ dediler. Ben de aman gireyim dedim. Yani gerçekten sonuçta öyle gaza geliyorsunuz ki ben olmaz isem hiç bir şey olmaz gibi bir duruma geldim. Akşam hanımla başbaşa kaldığımızda biz ne yapıyoruz yaa dedik. Bu olay bir daha açılmamak üzere kapandı. Türkiye’nin benim politik fikirlerime ihtiyaçı olduğunu zannetmiyorum.Ben Türkiye için aldığım kadarını verdiğim kanaatindeyim. Enerjim olduğu müdddetçe de vermeye devam edeceğim.
Antikaya olan merakınızı biliyoruz. ‘Müthiş bir masal’ olarak nitelediğiniz siyaseti de antikalarınızın içine yerleştirdiniz mi yoksa yeni bir zamana mı bıraktınız.
Artık siyaset ile ilgili sorulara cevap vermeyeceğim.
Türkiye’nin alameti fairakası olmak için Çankaya’ya tırmanma hazırlıkları yapıyordunuz. Çankaya yokuşunu çıkmak Himalaya dağlarına çıkmaktan daha mı zordu?
Evet o apayrı bir konu. Çankaya’ya çıkmak mümkün değil. Himalayalara ben çıkabiliyorum ama Çankaya’ya çıkamıyorum. Çankaya’ya çıkmanın iki tane yolu var; diğer yollar zaten kapalı. Biri kışladan geçiyor, biride meclisten geçiyor. On cumhurbaşkanımızın yedisi zaten asker kökenli. Bu hususta bir kanun yok ama teamül var…Veyahut meclisten geçeceksiniz. Beni zaten bu yaştan sonra askere almayacaklarına göre kimse meclise almaz beni. O yüzden Çankaya’ya çıkamam.Ama benim burada vermek istediğim başka bir mesaj var. Çankaya’da oturmak için tek bir kural var bu ülkede. O da Türk olmaktır. Ben de Türküm. Bu coğrafyada yaşayan altmışbeş milyon insan gibi benimde doğuştan bir hakkım var Çankaya için. Senin de var ama orada oturmanın da bir amacı vardır. Türkiye’deki en yüksek hizmet makamı ile Türkiyenin alamet-i farikası olmak,yani Türkiye denince akla gelen ilk isim olmak. Bu fotograf siyasal ve politik değildir. Benim istediğim budur. Cumhurbaşkanlığı için Türk koşulu aranmaktadır. Bu imajı tüm Türk çocukları içlerinde taşımalıdır. Bu ateşle ben birgün bana her şeyini veren Türkiye’nin en büyük makamında hizmet edebilirim. Bende o makama hazırım.Ha bir de bunu ciddiye alıp kardeşim yürü bakalım Çankaya’ya yürü derlerse oturur konuşuruz. Çünkü Çankaya için yol şimdi iki tane, bakarsınız başka yolar da açılırsa ben şimdiden hazırım.
Kol düğmeleri akşamdan akşama bir araya gelse de Biz aynı milletin çocukları bir türlü bir araya gelemiyoruz. Bu hüznümüz ne zaman son bulacak?
İnşallah birgün. Bilemem vallahi ? bu soruyu bizi ayıranlara sormak lazım.Tarihten beri ayrılıyoruz. Fetret devrinden bu yana ayrılıklarımız devam ediyor. Şimdi bakın herkes korkuyor; ya Cezayir gibi olursak,ya İran gibi olursak. Biz hiçbir zaman öyle olmadık ki şimdi olalım Bu ülkede garip bir paradigma var.Bilmeden konuşuyor insanlar. İslami tarihimizi bilmiyoruz. Hala kalkıp kendi toplumumuzu ona buna göre ölçüyorlar.Türban kavgaları da bundan kaynaklanıyor işte. Kimse alınmasın ama gerçek böyle.Sen bana karışmassan ben sana niye karışayım. Şu anda var olan türban eylemlerinde de gençler haklı.Ne yapacak bu yaştan sonra;cebinde parası yok okumak zorunda.Ülkücüsü de solcusu da haklı. Hepsi kendi kafasına göre ülkeye hizmet etmek istiyor. Dünyanın en güzel gençliği var Türkiye’de.Bu konular bizim zamanımızda da vardı. Konserlerimde türbanlısıda vardı mini etekliside vardı…Çeşitlilik içinde kavga da vardı. Gençler bizi biraz rahat bırakın biraz da biz düşünelim diyorlar. Sizin hiçbir probleminiz olmasa da medyaya olay lazım.Ortada konu kalmayınca bunları gündeme getiriyorlar. Bunlar Treni kaçırmış insanlar.Gençlere hep kızıyorlar,bizim zamanımızda da bize kızıyorlardı. Gençler bunlara direnecek.Sağcısıyla solcusuyla türbanlısıyla sakallısıyla bunlar bizim evlatlarımız.
Büyüklerin meclisinden uzak durmanıza rağmen Tetrapak’ın kurduğu Türkiye Çocuk Meclisi’nde başkanlık yapıyorsunuz. TV programlarında da hedef kitleniz çocuk.
Benim tüm söyleşilerimde söylediğim bir şey var:Kimse dünyaya sebepsiz gelmiyor.Yaradan bizi belli işleri yapsın diye göndermiş dünyaya benim inancım bu.Dolayısıyla çocuklara hizmet etmekte benim görevlerim arasında bunun kararı verilmiş zaten.
Hoşgörüsüzlükten,kabalıktan fanatiklikten hala kurtulamadık.Adam olacak çocuk ne zaman büyüyecek?
Benim içimdeki çocuk hiç büyümüyor zaten hep birlikteyiz onunla. Allahtan ayrılmıyoruz kendimin büyümediğini hissettiğim için çocuklarla hep birlikteyim.
‘Bizim için bir hakimin karar vermesinden ya da beni bir avukatın savunmasından hoşlanmıyorum. Yaşamımda araçılara yer yok’ demiştiniz. Müzik nasıl bir aracı sizce.
Müzik insanlara ulaşmak için yaptığım bir yoldur.Ben Japonlara müzik ile ulaştım. Şimdi de Hindistan’daki insanlar için bazı projelerim var…Bir milyara yakın Hintliye ulaşmayı düşünüyorum; tıpkı yüzotuz milyon Japon’a ulaştığım gibi.Müzik insanlara yeni kapılar açıyor.Ben bu dünyaya müzik yapmak için gelmişim.Bu özelliğim var ve ben bunu kullanıyorum.Gösterdiğimiz tatlı dil sayesinde kolayca insanlara ulaşabiliyorum.Afrika’daki bir kabileye gitmiştim ilk hareketim gülümsemekti, insan gülen bir hayvandır. Diğer canlı türleri gülemiyorlar ama insan gülebiliyor. Hayvanlar da ağlıyorlar ama gülemiyorlar, ben gülüyorum. Allahın bize verdiği en büyük özellik gülmektir. Ben gülüyorsam insanlara yaklaşabiliyorum.Daha sonra sağ elimi uzatıyorum ve onlara dokunuyorum, Onlarda bana uzatıyorlar.Sonra beş dakikada onun dilinde nasıl merhaba denileneceğini öğreniyorum.Ondan sonra müzüik geliyor. O size söylüyor biz ona söylüyoruz ve yumuşuyor insanlar bir saat sonra kaynaşıyorsunuz sıra maharetlerinizi göstermeye geliyor.O hemen bir yemek yapıp getiriyor, size sunuyor.Tabii senin yanında hiç bir şey yok ne vereceksin? Ben her zaman hazırlıklıyım, bir müzik aleti yanımdadır.Hemen çıkarıp şarkı türkü söylüyorum.Müzik işte ruhun gıdası. Benim müzik olayım işte böyle. Ama birinci olayım ise güleryüz tabii.

Son on yıldır yaptığınız çalışmalarınız müzik hayatınızın önüne geçti. Müziğin sizden alacaklı olduğuna inanıyor musunuz?

Ödeyeceğim onu inşallah;Zaten yeni bir kaset geliyor.

Peki film müziği yapmayı düşündünüz mü hiç ?

Ben ısmarlama bir müzik yapamıyorum. Euruvizyonada şarkı yapamadım.Birkaç defa istediler,yapar gibi oldum ama olmadı. Onun da zaten koşulları vardı: Üç dakikayı aşmayacak, şu kadar nakaratı olacak; o tür sıkıntılara gelemiyorum.
5 Eylül 1997’de Liege Prensliği tarafından size onursal hemşehrilik ödülü verildi.Türkiye’de şimdiye kadar kaç şehir size hemşehrilik ödülü verdi size?
Karşıyaka verdi. Yanılmıyorsam Kayseri’den de bir tane var. Başka da yok.Karşıyaka bana 9 Eylül 1997’de verdi. Sorunuzdaki hafif alaycı ifadeyi algılıyorum…Karşıyaka da verdiğim bir konserde Karşıyaka Belediye Başkanı sahneye çıkarak yüzelli bin insanın önünde o çoşkulu ortamda beni karşıyakanın fahri hemşehrisi ilan etti. Liege Prensliği’nin bana verdiği ödül ise ikibuçuk ayda hazırlanmış bir tören neticesinde verildi. Bir takım sertifikaları filan var. İşte valisinin Belediye başkanının bilmem hangi kontesin imzaları var. Bunları görgüsüzlük ifadesi olarak söylemiyorum ama törende polis eskortları dahi bizim peşimizden geldi. Karşıyaka’daki olayla Liege’deki olay aynı şey değil.Ben anladım sizin sorunuzu.Biz ülke olarak teşekkür etmeyi bilmiyoruz .Teşekkür de bildiğiniz gibi Arapça ‘Şükran’ dan gelir. ‘Lütfen’ de Farsça’dan geliyor.Türk’ün lügatında bir şeyi isteyerek almak yok.Biz tarih boyunca almışız,gitmişiz öyle hani lütfen verirmisiniz deyip arkasından teşekkür etmemisiz. Bu bizim bir yaramız,yaraları ortaya koyup teşhir etmez isen önleyemezsin. Sevinçimizi nasıl ifade edeceğimizi bilmiyoruz .Yani maçtan takım galip çıkınca penceredeki masum bir vatandaşımızı vurabiliyoruz.Neymiş takım gol atmış. Yerin dibine batsın böyle gol atma…Düğünlerimizde de böyle. Ancak gençlerden ümitliyim. Hem politik hem ideolojik görüşlerinden hem de duygusal renklerinden. Çünkü hepsi farklı. Bu gençlerin babaları tek tipti. Bizim dönemimizde kaşkolu solundan mı, sagından mı bağlayacaksı; bıyıkların aşağıya mı sarkık olacak, yana mı yukarı mı tartışması bulunuyordu. Bu saçmalıklardan, günümüz güzel gençliğine geldik.

“Dostlarımızı kaybettiğimizi zannetmiyorum.İnsan dostunu kaybetmez ki. Kaybettiysen,zaten o senin dostun değildir.“

Leo Pold Şövalyesi nişanı başta olmak üzere ikiyüzü aşkın ödülün sahibi olarak insana verilebilecek en büyük ödülün ne olduğunu düşünüyorsunuz ?
Zor bir soru. Daha doğrusu cevabı var ama herhalde bir insanın ödülü yaşamında verilmiyor. Sonuçta insanın bıraktığı mezar taşında ne yazdığı önemli. Ben bir şey beklemiyorum ha şöyle bir beklentim var: Ortaya bir şeyler koyuyorsam bunların ileriki kuşaklar tarafından bilinmesini istiyorum. Bu da ancak yazı yoluyla olacak. Bu söyleşide bunlardan biri olacak. O açıdan ben söyleşilere çok büyük önen veriyorum. Televizyon söyleşilerine o kadar sıcak bakmıyorum. Bunlar yazılı kaldığı için daha önemli. Magazin basınındaki abuk sabuk haberlerin kalmasını istemiyoru. Gerçek dışı haberler yüz sene sonra benimle ilgili referans olmamalı. Kalıcı ve doğru olanların araştırmacılar tarafından okunmasını istiyorum.
Dostlarımızı birer birer kaybediyoruz. Halil İbrahim Sofrası’na kimi buyur edeceğiz?
Dostlarımızı kaybettiğimizi zannetmiyorum insan dostunu kaybetmez ki,kaybettiysen zaten o senin dostun değildir.
Fotoğraf makinası koleksiyonunuz olduğunu biliyoruz. Eski bir fotoğraf makinası size hangi duyguları veriyor?
Hiçbir şey vermiyor. Çünkü koleksiyonum yok benim artık. Hediye ettim çoğunu. Bir müze kurulsa bağışlamayı düşünüyorum.
Sizce aile nedir?
Şimdi ben ne dersem senin sorun olmayacak;bizce aile bizim kendi ailemiz. Benim ailem. Çünkü ne Lale, ne ben birbirimizi taşımıyoruz. İkimizde ayrı işlerle uğraşıyoruz. İki çıplak bir hamama yakışır derler ya, biz ikimiz evlendik. Kendimize bir yuva kurduk. Lale bana yirmi üç yaşında bir genç kız olarak geldi,ben de otuz yaşında bir adam olarak geldim. Onunkendi dünyası var, benim kendi dünyam var. biz dünyalarımızı iyi ayarladık. O benim hasekim ben onun hasekisiyim. Tam olduk böylece.
‘Bizim gece hayatımız sıfırdır. Barış ve Lale Manço’yu diskoda dağıtırken gördünüz mü hiç? Gitmediğimizden değil ama bizim yaşamımızda öyle bir boyut yok’ demiştiniz. Sizce o boyut neleri barındırmıyor?
Bizim de bir gece hayatımız var tabii ama bu tür bir gece hayatı değil. Çünkü o gece hayatı bir vitrindir.Paparizziler kapıda seni bekliyor.Bunlar bekar eğlencesidir. Aile için değil.Dolayısıyla Lale ile bende bekar değiliz artık.Bizim hayatımızda böyle bir olay yok.
Ne güzel,siz magazine konu olmuyorsunuz ?
Magazine konu olmak ne demektir ? Bir diskoyu dağıtmak veya kendini dağıtmak demektir. Benim gazetenin birinci sayfasına girmem için belirli şeyler var. Yarın ben boşanacağım Laleden veyahut karı koca kavga çıkaracağız veya af buyurun ben Hillary Clinton ile basılacağım ya da Diana’yı öldüreceğim.


Ancak bu sayede birinci sayfaya girebilirim. Ben bu yaşıma geldim, ancak bir defa birinci sayfaya haber oldum. O da askere gittiğim gündü.
Feministler yerine üretken ve mücadeleci kadınların yerini savunudunuz ve ‘Feminizim dört tane hanımefendinin can sıkıntısıdır’ sizce bu hanımlarınneden canı sıkılıyor?
Bunları laf olsun,kavga olsun diye çıkarmadım daha önce söylediklerimi şimdide söylüyorum…Benim karşılaştığım yalnız feministler değil.Ben çevrecilere de kızıyorum. Unescoculara, konkencilerede kızıyorum. Feministler konken oynar demiyorum ama can sıkıntısından yapılan işlere sıcak bakmıyorum ben.Tek konuya kilitlenen insanlardan hoşlanmıyorum ben.İnsanın çok daha geniş bir dünyası olmalı.
Uzakdoğu’daki konserleriniz için ‘Tarikatlara müzik yapıyor’diye eleştiri aldınız.Müzik kime yapılmalı sizce.
Tarikatlara değil mi? (Gülüşmeler) Ben oradayken Türkiye’de sadece bir yazar yazdı bunu.(Ek bilgi Hürriyet Gazetesi Yazarı Serdar Turgut bu iddiayı ortaya atmıştı) Diğer yazarlar bu yazardan alıntı yaptılar olayı büyüttüler bunlar bilmeden yazılan asılsız olaylardır.Uzakdoğu’da tarikat aramak demek çölde kutup aramasına benzer can sıkıntısı insanlara böyle şeyler yaptırıyor.
Sanatçı ile Allah arasında sizce nasıl bir ilişki var ?
Bunu bilemem .Allah ile kul arasındaki bir durumdur bu.Apayrı bir röportaj konusu. Bana yaradan bu yeteneği vermiş.
Gelecek kuşakların sizi nasıl anmasını istersiniz ?
Ben kendimi gelecek kuşaklara anlatamayacağıma göre belgeler kalacak.Bak şimdi Dede Efendi’yi biliyoruz,tanıyoruz.Ama Dede Efendi’nin babası kimdi bilmiyoruz.Ölen ölüyor,ama kafamızda yaşıyorsa o zaman sağdır dedelerimiz.
Teşekkür ederiz
Ben teşekkür ederim


devamını oku...

KRONOLOJİ

0 yorum




1943 : İstanbul Zeynep Kamil Hastanesi'nde doğdu.
1958 : 15 yaşındayken, "Kafadarlar" adlı ilk müzik grubunu kurdu.
1958 : İlk kez sahneye çıktı.
1959 : Galatasaray Lisesi'nde ilk resmi konserini verdi.
1960 : İkinci müzik grubu olan "Harmoniler"i kurdu.
1962 : İlk 45'liğini çıkardı.
1963 : Desen ve grafik sanatları eğitimi almak için Belçika'ya gitti.
1964 : Fransa'da sansasyonel bir 45'lik çıkardı.
1965 : Fransa'da ilk konserini verdi.
1966 : Paris'te iki yeni 45'lik daha çıkardı.
1969 : Mazhar Alanson ve Fuat Güner ile birlikte "Kaygısızlar" grubunu kurdu.
1970 : Belçikalı Marie Claude (Manço) ile evlendi.
1970 : Belçikalı Marie Claude'den (Manço) ayrıldı.
1970 : "Dağlar Dağlar" adlı şarkısının sözlerini yazdı. Bu şarkı O'nun için bir dönüm noktasıydı.
1971 : 1969 Türkiye Güzeli Azra Balkan ile nişanlandı.
1971 : Askerliğini Ankara'nın Polatlı ilçesinde topçu asteğmen olarak yaptı.
1972 : Hayatının sonuna dek birlikte çalışacağı "Kurtalan Ekspres" grubunu kurdu.
1972 : 1969 Türkiye Güzeli Azra Balkan'dan ayrıldı.
1973 : İlk video klibini "Hey Koca Topçu" adlı şarkısına çekti.
1975 : "2023" adlı ilk LP albümünü piyasaya sürdü.
1975 : "Baba Bizi Eversene" adlı ilk ve tek sinema filmini çekti.
1976 : Belçika'da "Baris Mancho" adlı albümünün kayıt çalışmalarını tamamladı ve albüm tüm Avrupa'da piyasaya sürüldü.
1978 : Lale Çağlar (Manço) ile evlendi.
1979 : "Yeni Bir Gün" adlı albümünü çıkardı.
1979 : Yılın Erkek Sanatçısı, Yılın Bestecisi ve Yılın Grubu ödüllerini aldı.
1980 : "20. Sanat Yılı Disco Manço" adlı albümüyle 20. sanat yılını 2 yıl gecikmeli olarak da olsa kutladı.
1981 : "Sözüm Meclisten Dışarı" adlı albümün çıkması ile birlikte Barış Manço artık önlenemez bir tutku haline geldi. Söz konusu albüm, "Dönence", "Gülpembe", "Alla Beni Pulla Beni", "Ali Yazar Veli Bozar" gibi hitleriyle 1981 yılının en çok satılan albümü oldu.
1981 : İlk oğlu Doğukan Hazar Manço doğdu.
1983 : "Estağfurullah Ne Haddimize" adlı albümünü çıkardı.
1983 : Yılın en iyi pop müzik sanatçısı seçildi.
1984 : İkinci oğlu Batıkan Zorbey Manço doğdu.
1984 : "Barış Manço Moda 81300" adlı Moda'daki köşkü satın aldı.
1985 : "24 Ayar" adlı albümünü çıkardı.
1986 : "Değmesin Yağlı Boya" adlı albümü, Barış Manço'nun kasetle birlikte aynı zamanda plak formatında satışa sürülen son albümü oldu.
1988 : 30.Sanat Yılını, "Ful Aksesuar '88 Manço Sahibinden İhtiyaçtan" adlı albümüyle kutladı.
1988 : Türk televizyon tarihine damgasını vuracak olan "Barış Manço ile 7'den 77'ye" adlı televizyon programı TRT 1'de yayın hayatına başladı.
1989 : "Darısı Başınıza" albümü ile başarılarının doruk noktasına ulaştı.
1989 : TRT tarafından yılın en başarılı pop müzik sanatçısı seçildi.
1991 : "Türkiye Cumhuriyeti Devlet Sanatçısı" ünvanına layık görüldü.
1992 : "Mega Manço" adlı albümünü çıkardı. "Ayı" adlı şarkısıyla 80'lerin sonunda doğan yeni neslin sevgilisi oldu.
1995 : "Müsaadenizle Çocuklar" albümünü çıkardı. Bu, O'nun içerisinde yeni şarkılarının bulunduğu son stüdyo albümü olacaktı.
1996 : Japonya'da büyük bir konser vererek, konser kayıtlarından oluşan "Barış Manço Live In Japan" albümünü çıkardı.
1998 : Aralık 1998'de "Barış Manço ile 7'den 77'ye" programının 378. bölümünü çekerek, Türk televizyon tarihinde bir rekora imza attı. Bu, efsane tv programının son bölümüydü.
1999 : "Mançoloji" albümünün çalışmalarına başladı. Ancak, "Ömrümün Sonbaharında" şarkısında dediği gibi, son şarkısını tamamlayamadan hayata veda etti.
Kaynak : http://www.barismancomix.com


devamını oku...

Masaüstü Bilgisayarmı?Dizüstü Bilgisayarmı?Tablet Bilgisayarmı?

0 yorum

Öncelikle masaüstü bilgisayarların avantajlarına kısaca deyinelim;
+ Parçaları dizüstü bilgisayarlara göre daha ucuzdur
+ *İstenildiğinde parçaları değiştirilerek performansı arttırılabilir.
+ Çoğu durumda tamir gerektiğinde bilgisayarı taşımaya gerek kalmaz.

*Bu noktada açıklama yapmak isterim;

Donanım üreticileri artık hatta uzun bir süredir, parça değişimi ile performans arttırımı kıstaslarını Çokta fazla geniş tutmuyor.
Bir masaüstü bilgisayar kullanıcısının bugün yapabileceği performans arttırımları bilgisayarındaki
Örneğin, 2gb'lık Ram yerine, yeni bir 4gb'lık
RAM alıp takmasının çokta fazla ötesine gidemiyor (Ekran kartını değiştirebilir vs vs.)
Tabi Burada işlemcilere yapılan overclock konusunu ayrı tutuyorum.(ki buda izin verilen 2.sınıra kadar Yapabiliyorsunuz)

Dizüstü bilgisayarlarda ise;
+Masaüstü bilgisayarlara göre parçaları daha pahalıdır
+Kullanımı daha rahat ve ergonomiktir
+İstenilen her yerde elektrik bağlantısı olmadan belirli bir süre kullanılabilir

Gelelim Tablet Bilgisayarlara,
Bu konuda ayrı bir değerlendirme yazısı yazacağım.


devamını oku...

Instagram da Son Kareler